ahmed arif doğum günü şiiri
Gözlerinden burnunun üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa! Düşlerimdeki sensin, İçimin yangınına göz yaşım fayda etmiyor Gideceğim bütün yollar sana çıkıyor Gel beraber alalım nefesimizi sevdiğim sensiz boğazımdan geçmiyor. Acıyor içim acıyor canım yandı içim acıyor
Öpüyorumama doyamıyorum. Mutluluk ya da cehennem bu galiba. Sana doymak, korkunç ahmaklık olur. Hadi gel - ömrüm. - yarı parçan. - Suskun, uzanmış, seni yaşıyorum. - Bu korkunç kaos içinde sen, yeşil ve derin huzur, kafamdasın. Kurtuluşumu, her şeyimi, dünyayı sevmemi sana bağladım, sana borçluyum. - Al beni yarı canım, al
AhmetArif’i andı, şiirini okudu. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Ahmet Arif’in ölüm yıldönümünde bir şiirinin sanki bugünü anlatır gibi olduğunu da söyledi. Demirtaş, şiirini okurken, meydandan alkış koptu. İşte o güzel ses tonuyla okuduğu şiir ; 03 Haziran 2015 Çarşamba 17:55. 1.2B Okunma. Öyle
ArifNihat Asya’nın 1946 yılında düzenlediği bir 10 Kasım programı için kaleme alıp okuduğu bir şiir var. Nerdesin başlığını taşıyor: “Nerdesin Atatürk, Nerdesin İşte biz, bugün bu saatte, burada Seninle randevu verdiğimiz yerdeyiz Sen nerdesin?
KültürSanat Haberleri; Ahmed Arif’li günler Adnan Binyazar’ın yazısı Ahmed Arif’li günler Adnan Binyazar’ın yazısı Yaşadıkları şiirini, şiiri yaşadıklarını
Site De Rencontre A La Campagne Gratuit. Ülkemizin yetiştirdiği en büyük şairlerden birinin daha en güzel sözlerinden bir demet sunuyoruz. Bu sayfamızda en anlamlı Ahmet Arif sözlerini bulacaksınız. Sayfamızda bulunan en güzel Ahmet Arif sözlerini çok beğeneceğinizi düşünüyoruz. Bu sayfada bulunan Ahmet Arif aşk sözlerini facebooktan ya da twiterdan sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz. İsterseniz de bu harika Ahmet Arif sözlerini sms olarak da gönderebilirsiniz. Siz de sitemizde bulunan sayfalara güzel sözler yollayabilirsiniz. Sitemize öneri ve görüşlerinizi de yazabilirsiniz. Sayfalarımıza güzel sözler yollamak ya da öneri ve görüşlerinizi bizimle paylaşmak için bize sayfalarımızda yer alan yorum bölümlerinden ulaşabilirsiniz. EN GÜZEL AHMET ARİF SÖZLERİ Gel beraber alalım nefesimizi sevdiğim. Sensiz boğazımdan geçmiyor. Namus işçisiyim yani yürek işçisi. Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş, ne salkım bir bakış resmin çekeyim, ne kınsız bir rüzgâr mısra dökeyim. Oy sevmişem ben seni. Dayan kitap ile dayan iş ile. Tırnak ile diş ile umut ile sevda ile düş ile dayan rüsva etme beni. Hiçbir uğraş, hiçbir umut, seni düşünebilmek, seni anlayıp sevmek, yüzüne bakabilmek kadar dolu, anlamlı ve yaşanmaya değer olamaz. Ve nelere baskın gelmezdi ki, seni düşünmenin tadı. Seni sevmek, felsefedir, kusursuz. İmandır, korkunç sabırlı. İp’in, kurşun’un rağmına, yürür, pervasız ve güzel. Giden gitmiş, hüznü ayaklandırmak boşuna… Kaç bin yıllık hasretimin koncası, gözlerinden, gözlerinden öperim, bir umudum sende, anlıyor musun? İçmek! Gözlerinde içmek ay ışığını. Varmak! Gözlerinde varmak can tılsımına. Gözlerin hani? Terk etmedi sevdan beni, aç kaldım, susuz kaldım, hayın, karanlıktı gece. Can garip, can suskun, can paramparça. Ve ellerim, kelepçede, tütünsüz uykusuz kaldım, terk etmedi sevdan beni. Ne alnımızda bir ayıp, ne koltuk altında saklı haçımız. Biz bu halkı sevdik ve bu ülkeyi. İşte bağışlanmaz korkunç suçumuz. Sen ister dostum ol ister sevgilim, yeter ki hayatımda ol. Sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. Senden başka hiçbir isteğim yok. Gitmek, gözlerinde gitmek sürgüne. Yatmak, gözlerinde yatmak zindanı gözlerin hani? Sus, kimseler duymasın, duymasın, ölürüm ha. Aymışam yarı gece, seni bulmuşam sonra. Seni, kaburgamın altın parçası. Seni, dişlerinde elma kokusu. Bir daha hangi ana doğurur bizi? Ve sen geçersin içimden. Bitmek bilmezsin. Bir sevdadır böylesine yaşamak, tek başına ölüme bir soluk kala, tek başına zindanda yatarken bile, asla yalnız kalmamak. Bir ben kaldım, ortasında kavganın, bir de karanfil yürekli çocuklar. Kirvem hallarımı aynı böyle yaz rivayet sanılır belki, gül memeler değil domdom kurşunu paramparça ağzımdaki. Bir bilsen kimlere tasa, kedersin, anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki? Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar. Öyle yıkma kendini, öyle mahzun, öyle garip. Nerede olursan ol, içerde, dışarda, derste, sırada, yürü üstüne üstüne, tükür yüzüne celladın, fırsatçının, fesatçının, hayının. Gözlerinin pınarında bir bulut, boşandı boşanacak nerdeyse. Aklımdan geçenleri okuyorsun su gibi. Vurulsam kaybolsam derim, çırılçıplak, bir kavgada, erkekçe olsun isterim, dostluk da, düşmanlık da. Canım benim, bilir misin? “Canım” dediğimde içimden canımın çıkıp sana doğru koştuğunu duyarım hep. Ard arda kaç zemheri, kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül gürül akan bir dünya. Bir ben uyumadım, kaç leylim bahar, hasretinden prangalar eskittim. Leyla! Çaresizliğimden gayri hiç bir kabahatim yok benim. Hakikatli dostun muydu, can koyduğun ustan mıydı, bir uyumaz hasmın mıydı, ooooof de bunlar olsun muydu? De be aslan karam, de yiğit karam, hangi kahpenin hançeri, saklı hançeri, yaranda? Seni anlatabilsem seni. Yokluğun, cehennemin öbür adıdır. Üşüyorum, kapama gözlerini. Beni, gözlerin götürür gözlerin aşkla, acıyla. Kuşatmışlar sesimi, soluğumu kesilmiş tuz ekmek payım vurgunum ve darda, gözaltındayım. Ölüm buyruğunu uyguladılar, mavi dağ dumanını ve uyur uyanık seher yelini kanlara buladılar. Vurulmuşum, düşüm gecelerden kara, bir hayra yoranım çıkmaz. Canım alırlar ecelsiz, sığdıramam kitaplara. Şifre buyurmuş bir paşa, vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız… Duymak, gözlerinde duymak üç ağaçları susmak, gözlerinde susmak, ustura gibi… Gözlerin hani? Sen en güzel kızısın bütün galaksilerin bense tözüyüm artık akkor tözüyüm Prometheus’u yakan kara sevdanın. Kaderimiz bir tuhafsa, ömrümüzü dolu bir kadeh gibi sindire sindire içemediysek, günahı boynumuza değil. Mağlup mu desem mahcup mu ama ikisi de değil. Ben garip, sen güzel dünya umutlu öyle bir tuhafım bu akşamüstü sevgilim canavar götürür gibi iki yanım iki süngü… Leylim leylim ayvalar, nar olanda sen bana yar olanda. Belalı başımıza dünyalar dar olanda. Yankın yasak, aynalara. İnemem bahçende talan, tam, boş yanı bu, derim namussuzun, tam, bıçağım cehennem gibi güzelken, aklıma düşüyorsun ellerim arık. Salavat getirir dağ dağ taburlar narlı bahçe üzere, kanlı bir akşam gelen elçi değil Azrail olsun, anam avradım olsun kaçarsam. Maviye maviye çalar gözlerin, yangın mavisine rüzgârda asi, körsem, senden gayrısına yoksam, bozuksam, can benim, düş benim, ellere nesi? Hadi gel, ay karanlık. Kanun! Bu da bir maskaralık, bir dümen. Kanun yalnız biz fukaralar için var. O da cezalandırırken sade! Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık. Ve zehir, zıkkım cigaram. Gene bir cehennem var yastığımda, gel artık. Vurun ulan, vurun, ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, karnımda sözüm var halden bilene. Her dilediklerini yapsınlar. İsterlerse sinirlerimi, etlerimi, kemiklerimi, adımı, sanımı, cımbızlarla tek tek alsınlar. Unuttum, korkmayı sakınmayı. Seni alamazlar benden. Tılsım bu işte. Ayakta, fırtına gibi beni tutan bu. Seviyorum mümkün değil; aranızda kurşun, yasak bölge var sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel kanunu yapanlar ihtiyar. Bunlar, engerekler ve çıyanlardır, bunlar, aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları, tanı da büyü. Bu, namustur künyemize kazınmış, bu da sabır, ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara sarıl da büyü. Bu gözler, bir kere bile faka basmadı çığ bekleyen boğazların kıyametini karlı, yumuşacık hıyanetini uçurumların, önceden bilen gözleri. Çaresiz vurulacaktı, buyruk kesindi, gayrı gözlerini kör sürüngenler yüreğini leş kuşları yesindi.
- 1250 Güncelleme - 1250 Ahmed Arif'in sevenleri bugün 91. yaş gününde Ahmed Arif'i anıyor. Şiirlerinde toplumcu gerçekçi geleneğe bağlı kalmış Ahmed Arif, edebiyat tarihine damga vuran şairlerden oldu. İşte Ahmed Arif'in yaşamına dair detaylar... Ahmed Arif, doğum gününde sevenleri tarafından anılıyor. Şiirleriyle edebiyatın vazgeçilmez isimleri arasında yer alan Ahmed Arif, aynı zamanda gazeteci kimliğiyle de tanınıyor. Şiirlerini toplumcu gerçekçi gelenekle yazan Ahmed Arif, 2 Haziran 1991 yılında 64 yaşındayken hayatını kaybetmişti. İşte Ahmed Arif'in yaşamından notlar... AHMED ARİF KİMDİR? 21 Nisan 1927'de Diyarbakır'ın Hançepek semtindeki Yağcı sokak 7 no'lu evde doğan Ahmed Arif'in asıl ismi Ahmed Önal'dır. Ahmed Arif, Diyarbakır Lisesi'nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünde okudu. 1940-1955 yılları arasında değişik dergilerde yayınladığı şiirlerinde kullandığı kendine has lirizmi ve hayal gücüyle Türk edebiyatındaki yerini aldı. Şiirlerinde hep ezilen insandan yana oldu ve ezilenlerin kardeşliğine vurgu yaptı. Şiirlerinin toplandığı tek kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim 1968'de yayımlandı. Türkiye'de en çok basılan kitaplar listesindedir. Ahmet Kaya, Cem Karaca gibi sanatçılarca birçok şiiri bestelenmiştir. Ahmed Arif, Ankara'da yalnız yaşadığı evinde 2 Haziran 1991 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Ahmet Oktay'ın 1990 tarihli Karanfil ve Pranga adlı çalışması Ahmed Arif şiiri üzerine yapılmış en detaylı çalışma olarak kabul edilir. Ayrıca, Muzaffer İlhan Erdost'un Üç Şair adlı kitabında da, Ahmed Arif şiirinin yorum ve çözümlemeleri bulunmaktadır. AHMED ARİF'İN ŞİİR KİTAPLARI Hasretinden Prangalar Eskittim Everest yayınları, ISBN 975-297-021-4, 57. basım, 2006Yurdum Benim Şahdamarım Everest yayınları, İstanbul, Kasım 2005, 5. Basım AHMED ARİF'İN ŞİİRLERİNDEN BAZILARI Akşam Erken İner MahpushaneyeAnadoluAy KaranlıkSen Hep Şerefinle Yaşarsın Baba [kaynak belirtilmeli]Bu Zindan Bu Kırgın Bu Can PazarıDiyarbekir Kalesinden notlar ve Adiloş Bebenin NinnisiHani Kurşun Sıksan Geçmez GecedenHasretinden Prangalar EskittimİçerdeKaraKaranfil SokağıLeylim LeylimMerhabaOtuz Üç KurşunSevdan BeniSuskunUnutamadığımUy Havar!Vay KurbanYalnız DeğilizKara AHMED ARİF'İN BESTELENEN ŞİİRLERİ Akşam Erken İner Mahpusaneye Cem Karaca - Akşam Erken İner MahpusaneyeAkşam Erken İner Mahpusaneye Fuat Saka - Akşam Erken İner MahpusaneyeAy Karanlık Ahmet Kaya - Maviye Çalar GözlerinAy Karanlık Cem Karaca - Ay KaranlıkDiyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebe Cem Karaca - Adiloş BebeDiyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebe Kızılırmak - Adiloş BebeDiyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebe Moğollar - Adiloş BebeHasretinden Prangalar Eskittim Ahmet Kaya - Hasretinden Prangalar EskittimHasretinden Prangalar Eskittim Suavi - Hasretinden Prangalar Eskittimİçerde Rahmi Saltuk - Dağlarına Bahar Gelmiş MemleketiminKara Cem Karaca - KaramKara Grup Ekin - De Be Aslan KaramOtuzüç Kurşun Cem Karaca - Otuzüç KurşunOtuzüç Kurşun Grup Baran - Otuzüç KurşunOtuzüç Kurşun Zülfü Livaneli - KirvemOtuzüç Kurşun Fikret Kızılok - VurulmuşumOtuzüç Kurşun Onur Akın - Otuzüç Kurşunotuzüç kurşun Ciwan Haco- sî û sê guleSevdan Beni Cem Karaca - Sevdan BeniSevdan Beni Fikret Kızılok - Haberin Var MıSuskun Fikret Kızılok - İki Parça CanSuskun Ahmet Kaya - SuskunSuskun Edip Akbayram - SuskunSuskun Alaaddin Us - SuskunUnutamadığım Cem Karaca - UnutamadığımUnutamadığım Grup Baran - UnutamadığımUy Havar! Ahmet Kaya - Oy HavarVay Kurban Cem Karaca - Vay Kurban
Ahmed Arif, mavzerinde şiirle doğdu, 21 Nisan 1927’de. “Ben dört duvar arasında değilim/ pirinçte, pamukta ve tütündeyim” diye ekledi. Hakikatli dili, eyvallahsız cesareti, kimseye tamah etmeyen o deli aklıyla içinden çıktığı kültürün bütün sıkıntılarını şiirine aktardı, görünürleştirdi. Doğduğu ve mavzerini doldurduğu Diyarbekir’e çektirilen yaşamsal acılardan kaçmayı değil, onları heybesine almayı seçti. Orada ne yaşandıysa, hepsini hepimize harf harf belletti. “Dostuna Yarasını Gösterir Gibi” İçi havanda dövüle dövüle ezilen, öylesine tepkisizleştirilen, acıyla ve darbeyle terbiye edilen, minnete ibadet eden bir ülkeden çıktı Ahmed Arif. Gerçeği söylemenin bizatihi bedeli olan bir ülkede doğdu o; çünkü her gerçek, devlet kudreti ve siyasal iktidarların korktuğuydu. Çünkü bu ülkede gerçek, ancak siyasal iktidarlar ve devlet aklının kabulüyle doğrulanıyordu. Hakikati, onların kirli ellerinden aldı Ahmed Arif, öfkeyle aldı, diş ile, tırnak ile, kitap ile aldı. Delikanlılığı da, hakikati de onların tekeline bırakmadı. Kapılar kurdu önce kendine, yalnız dürüst olanın geçmeye cesaret edebileceği kapılar. Diyarbekir’den mülhem kaleler yarattı şiiriyle, öyle kaleler ki düşman korkutur, öyle kaleler ki “onlar” üzerimize bir bir gelirken sığındığımız yuvamız, onlara vermek istemediğimizi sakladığımız yüce gönüllü sırdaşımız olur. “Bir ben bileceğim oysa Ne afat sevdim. Bir de ağzı var dili yok Diyarbekir Kalesi...” Muzaffer İlhan Erdost, “Bugün hemen hemen her şey yıkılmış, çökmüş, gitmiştir de, duvarlar yer yer çağdaşımız olarak kalmıştır. Ahmed Arif’in çocukluğunun soğurduğu Diyarbekir kalesi budur, belleğindeki yiğitliğin ve yüceliğin simgesi.”der. Onun şiirinde, sözünde ve dilinde salt acıların damıtılması yoktur bu yüzden; yiğitliğinin ve yüceliğinin etkisiyle cesur, umut veren ve acıyı da kimseye bırakmadan sahiplenen sağlamlık vardır. 33 Kurşun Katliamını, acıları dramatize etmeden, öfkesini diri tutarak dillendirir. “Yiğitlik inkâr gelinmez/ Tek’e – tek döğüşte yenilmediler”der. Sahici, samimiyetle ve cesaretle mekân kurar hepimizde, belleğimizi diri tutar Ahmed Arif. 33 köylüyü zinhar unutmayalım diye, hafızamıza işler hepsini. Öyle salt gözyaşıyla, acının yas tutmaya meyilli sükûneti ve sinizmiyle değil; direngenlikle, öfkeyle, acının hareketliliğiyle, hesap sormanın kudretiyle anlatır. “Dostuna yarasını gösterir gibi” der bir şiirinde, acılarını ve yaralarını bölüştürür dostlarına. Açık yara misali dolaştığımız bu ülkede, yaralarımızla barışmanın, onları temizlemenin ve bir parçamızmış gibi taşımanın yollarını açar. O yaralardan utançlar değil, direnişler çıkarır. Pes etmeye değil, delikanlılığı kimseye bırakmamaya, ona sahip çıkmaya çağırır. Bilir, açık yaralar ancak bir aradayken kapanır. "Ben Ahmed Arif, kurban" Zihnimizi her daim diri tutan, geldiği dağların rüzgârını geri kalana dağıtan, sözü de şiiri de paylaşmaktan imtina etmeyen, kişisel yaşamını samimiyetle ören, zulümlerden direniş çıkaran bir şairdir Ahmed Arif. Her dizesiyle ekmek ve haysiyet mücadelesinin tamamlayıcısı olur; kurşun geçmez gecelerinin verdiği umutla Diyarbekir’i anlatır, Karanfil Sokağı’nda açan günleri, Altındağ’ı, İncesu’yu anlatır. Şehirlerin böylesine talan edildiği, birbirine benzetildiği, ruhlarının ve karakterlerinin çekildiği, içlerinin ezildiği bir iklimde, ilaç olur onun Ankara’sı, Diyarbekir’i. Muzaffer İlhan Erdost ile tanıştığında, “Ben Ahmed Arif, kurban” diye söze girmiş Ahmed Arif. Çoklarına nasip olmayan bir samimiyeti hayat boyu sürdürmenin yüküyle, aynı samimiyet damarından çıkmış şiirler vermiş bize sonra. Erdost şöyle anlatıyor sonrasını “Yeşil soğan, karanfil kokan cıgara, zuladaki mahzun resim, henüz öldürülmemiş ve öldürülemez direncin derinindeki sessiz seslerdir. Bu sessiz seslerden bir koro doğacaktır. Alfabe gibi, her okumaya başlayanın elinde dolaşan, büyük bir koro. Onun hücresinde küçük kâğıt parçalarına sessizce çizilen dizeler, yirmi yıl sonra da olsa Ankara Merkez Cezaevinin arka hücrelerinin birinden, bir gece yarısı, sade bir idam mahkûmunun, nöbetçiye bir cıgara uzatır gibi haykırdığı mısralar, Şükriye Mahallesi’ni ayağa kaldıran salt bilinç olur Terketmedi sevdan beni’ ya da Haberin var mı taş duvar’ ya da Bir umudum sende anlıyor musun?” “Yalnayak ve ayakları yanarak" Yaşamı devletle ezilir, yalnızlaşır, parasız kalır Ahmed Arif, gene de ödün vermeden ve hiç kimseye tamah etmeden, aynı eyvallahsızlıkla yaşar. Kendi deyimiyle “Türk siyasi tarihinin işkence görme rekorunu kıracak kadar zulüm görmesine” sebep, haksızlığa dayanamaması, korkunun üstüne üstüne yürümesi olur. Bir mektubunda Leylâ Erbil’e “Her dilediklerini yapsınlar. İsterlerse sinirlerimi, kemiklerimi, adımı, sanımı, cımbızlarla tek tek alsınlar. Unuttum korkmayı, sakınmayı. Seni alamazlar benden. Tılsım bu işte. Ayakta, fırtına gibi beni tutan bu.”derken; hınçla, öfkeyle, kanla eş anlamlı bu ülkede, kendisini ayakta tutacak panzehir olarak kurar sevmeyi. Sevmeyi, iliklerine kadar yaşar, sözcüklerine kadar işler, ruhundan koparıp şiir eder onu. Dağları yazar Ahmed Arif, asi dağları. Herkesin gitmekten korktuğu, adını dudağına bile konduramadığı dağları getirir önümüze. Cemal Süreya, “Ahmed Arif şiiri uzun ve tek bir ağıt gibidir. Daha deniz görmemiş çocuklara adanmıştır,” der. Yas tuttukça hareketsizleştiğimiz bu ülkede, ağıtlarının sonundan zafer umudu üfleyerek boyun eğmemeyi öğretir Ahmed Arif. Cemal Süreya, onun yürüyüşünden bahseder, “Yücelerde yıllanmış katar katar karın içinde yürüyor yalnayak ve ayakları yanarak” der. Yanmanın ve üşümenin eşzamanlı şiirini sunar Ahmed Arif, onun bunca zulümden içeri olmasına rağmen umudunu koruduğu bir ülkede; geri kalanın, bizim, düştüğümüz sıkıntılardan umutsuzluk çıkarmaya hakkımız olmadığını öğretir. Sessizlik ve derinlik içinde başkaldırıyı öğütlemek, yalnayak da olsa toprağa basmak, ayakları yansa da yürümekten vazgeçmemek, “cellat elinde işkencede ölüme bir soluk kalmışken bile” umutsuzluğa düşmemektir Ahmed Arif. Bu ülkede, ikiyüzlülüğün kucağına düşüyoruz mütemadiyen. Çocukları sevdiğini söyleyen bu ülkenin, topyekûn zalimden yana olduğunu görüyoruz, 14 yaşında ve 16 kiloluk bedeniyle ölü bir çocuğu bile kalplerine almaktan imtina ettiklerini, onun uyandığı sabahtan korkmalarını, annesini meydanlarda “yuhaladıklarını” izliyoruz. Kirli, çirkin, yalancı ve ikiyüzlü siyasal zamanları talim ediyoruz hep beraber, bu ülkenin içine aldığını yutan kocaman bir yalnızlığa çevrilişini, içsizleştirilişini izlemeye mahkûm ediliyoruz. Ama bu cümle böyle bitmeyecek. Böyle cümlelerin sonuna “ama” ekleyebilecek gücü ve cesareti öğrendiğimiz Ahmed Arif’i düşündükçe, bu ülkenin bir tarafının ne kadar karanlık olursa olsun, bir tarafının geleceğin aydınlığına çıkacağını hatırlayacağız beraberce. Açık yaraya çevrilmiş bedenlerimizi, birbirimizle temas ede ede iyileştireceğiz. Sonsöz Ahmed Arif’in olsun, aslı hâlâ bu topraklarda olan büyülü, saklısız ve gerçek şairin doğum günü kutlu olsun, en nihayetinde bu ülkeden her şeye rağmen bir Ahmed Arif geçti, bu da geri kalana miras olsun. “Şimdi sözü sonuca getirelim. Bir yiğit şairse, üstelik bir de devrimciyse elbette yaşadığını yazar. Yaşadığı’ ise salt kendi ömrü değil, yaşama kavgası ve sevdasıyla, acıları, ağıtları, türküleriyle bir yanı geçmiş yüzyılların karanlığına, bir yanı geleceğin aydın sonsuzluğuna uzanan halkın ta kendisi olmalıdır.” IK/HK
Ahmed Arif, Diyarbakır Lisesi'nden mezun olunca Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü'nde okudu. Üniversite eğitimi sırasında iki kere TCK 141'ye muhalefetten ARİF ŞİİRLERİ Anadolu Bölüm 1 Beşikler vermişim Nuh'aSalıncaklar, hamaklar,Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,Anadoluyum ben,Tanıyor musun?Utanırım,Utanırım fukaralıktan,Ele güne karşı çıplak…Üşür fidelerim,Harmanım çalışmanın,Beraberliğin,Atom güllerinin katmer açtığı,Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,Kalmışım bir başıma,Bir başıma ve musun?Binlerce yıl sağılmışım,Korkunç atlılarıyla parçalamışlarNazlı, seher-sabah uykularımıHükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,Haraç salmışlar İskender takmışım,Ne şah ne sultanGöçüp gitmişler, gölgesiz!Selam etmişim dostumaVe dayatmışım…Görüyor musun?Anadolu'nun şairidir Ahmed Arif… Hasretin, sevdanın, dağların ve umudun şairi. Tek kitabı şimdiye kadar 60 baskı yaptığına göre halkın şairi de diyebiliriz…"Anlatılanlara göre, 1927 Nisan ayının 21. gününde doğmuşum, Diyarbakır'da Yağcı sokak 7 nolu evde. Yani, yazlık ve kışlık odalarıyla, geniş avlusuyla, bahçesiyle dönemin tipik Diyarbakır evlerinden birinde."Anadolu Bölüm 2 Nasıl severim bir Askeri…Sonra Pir Sultan'ı ve Bedrettin' kalem yazmaz,Bir nice sevda…Bir bilsen,Onlar beni nasıl bilsen, Urfa'da kurşun atanıMinareden, barikattan,Selvi dalından,Ölüme nasıl mutlak isterim,Duyuyor musun?Gör, nasıl yeniden yaratılırım,Namuslu, genç var gelecekte,Her biri vazgeçilmez cihan bin yıllık hasretimin koncası,Gözlerinden,Gözlerinden öperim,Bir umudum sende,Anlıyor musun?"Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Öz anamın adı Sayre, Kürt'tür. İki yaşındayken kaybettim onu, kardeşimin doğumu sırasında. Beni büyüten, emziren, yedirip içiren, eğiten Arife anamdır. Babam; Kerküklü Arif Hikmet, Kürt değildir. Rivayete göre, babamın büyük babası Rumeli'den göçmüş buralara. Bu üçünü de çok severim, hayatta laf söyletmem onlara."Gözlerim Gözlerim maviliğin tebessümü ilah çocukları uyurVe emer sükutu beyaz gölgeler."İlkokulu Diyarbakır Siverek İlkokulu'nda okudum. Ortaokulu da Urfa'da okudum. Liseyi ise yatılı olarak Afyon Lisesi'nde. Bütün okul hayatımda tanıdığım en yetenekli, en yiğit, en mert, en bilgili adamlar o lisedeydi, işte o yıllar. Yıl 1943 olmalı… Taş çatlasa 16–17 yaşındayım. Durmadan şiir yazıyorum. Bir dergi, Seçme Şiirler Demeti adıyla kuşe kâğıda basılıyor. Bir sayfanın sol başında Neyzen Tevfik, sağ başında Ahmed Arif. Ben Neyzen Tevfik'in torunu yaşındayım tabii o zaman hatta daha da küçük. Bir de 10 lira geliyor bana dergiden, telif hakkı. Düşünün babam bana ayda 5 lira gönderebiliyor. O yüzden 10 lira büyük paraydı o zaman için." diye anlatır yaşam öyküsünü KaranlıkMaviye / Maviye çalar gözlerin,Yangın mavisine / Rüzgarda asi,Körsem / Senden gayrısına yoksamBozuksam / Can benim, düş benim,Ellere nesi?Hadi gel,Ay karanlık…İtten aç / Yılandan çıplak,Vurgun ve belâGelip durmuşsam kapınaVar mı ki doymazlığım?İlle de ille / Sevmelerim,Sevmelerim gibisiOturmuş yazıcılarFermanım yazarN'olur gel,Ay karanlık…Dört yanım puşt zulası,Dost yüzlü,Dost gülücüklüCıgaramdan öperler,Suskun, hayın, yanım puşt zulası,Dönerim dönerim leylim gecede ölesim tutmuşEtme gel,Ay karanlık…Liseyi bitirince askere gider, 1947'de terhis olur. Aynı yılın sonbaharında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü'ne kaydolur ve ideolojik tercihini de o yıllarda bazı komünist partisi mensuplarının da üyesi olduğu Türkiye Gençler Derneği'ne üye olarak Var mı Taş Duvar? Haberin var mı taş duvar?Demir kapı, kör pencere,Yastığım, ranzam, zincirim,Uğrunda ölümlere gidip geldiğimZulamdaki mahzun yeşil soğan göndermişKaranfil kokuyor cıgaramDağlarına bahar gelmiş memleketimin..Ahmed Arif 1951'de tutuklanır. Çok acılar çektikten sonra serbest 1952'de yeniden tutuklanır, yargılanır. İki yıl hapis ve sekiz ay da Urfa'da kamu gözetimi altında bulundurulma cezasına çarptırılır. 1955'te tahliye olur, cezaları bittikten sonra Ankara'ya döner ama sürekli polis gözetiminde olduğundan eğitimine devam edemez, çeşitli dergilerde yazılar yazar, değişik işlerde Bebenin NinnisiDoğdun,Üç gün aç tuttukÜç gün meme vermedik sanaAdiloş Bebem,Hasta düşmeyesin diye,Töremiz böyle diye,Saldır şimdi memeye,Saldır da büyü…Bunlar,Engerekler ve çıyanlardır,Bunlar,Aşımıza, ekmeğimizeGöz koyanlardır,Tanı bunları,Tanı da büyü…Bu, namusturKünyemize kazınmış,Bu da sabır,Ağulardan bunlaraSarıl da Aynur Hanım ile evlenir ve 1972'de oğlu Filinta dünyaya gelir. Evladına Filinta adını koyması pek çok şeyi Etmedi Sevdan BeniTerk etmedi sevdan beni,Aç kaldım, susuz kaldım,Hayın, karanlıktı gece,Can garip, can suskun,Can paramparça…Ve ellerim kelepçede,Tütünsüz, uykusuz kaldım,Terk etmedi sevdan beni…Bir söyleşide şöyle anlatır sevincini "Yaşamımda en büyük sevinci baba olduğum gün duydum. İnanır mısınız tam iki yıl oğlumun nüfus kağıdını cebimde taşıdım. Cebimdeki sanki dünyanın en zengin cüzdanıydı. Oğlum olmuştu. Oğlum, dünyanın en güzel güvercini… Dünyanın en güçlü silahı."Hasretinden Prangalar EksittimSeni anlatabilmek çocuklara, anlatabilmek seni,Namussuza, halden bilmeze,Kahpe arda kaç zemheri,Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurduDışarda gürül gürül akan bir dünya…Bir ben uyumadım,Kaç leylim bahar,Hasretinden prangalar kan gülleri takayım,Bir o yanaBir bu yana…Seni bağırabilsem seni,Dipsiz kibrit çöpüne en ıssız dalgasınaDüşmüş bir kibrit tılsımını ilk sevmelerin,Yitirmiş öpücükleri,Payı yok, apansız inen akşamdan,Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,Seni anlatabilsem seni…Yokluğun, cehennemin öbür adıdırÜşüyorum, kapama gözlerini…Hasretinden Prangalar Eskittim, Ahmed Arif'in tek kitabı, şöyle anlatır şair kitabının öyküsünü"Bunu anlatmak doğru mu bilmiyorum. Çok kişisel, çok duygusal bir şey, artık anı olmuş. Kitabımın adını ben 'Dört Yanım Puşt Zulası' koymuştum, ama kardeşim buna engel oldu. Bana 'Kitabına böyle bir ad koymaya hakkın yok, seni 15 yaşındaki çocuklar, kızlar taparcasına seviyorlar. Sen bununla ola ki burjuvazinin tuzaklarını söylüyorsun. Ama şu da var, o çocuklara saygı duymalısın. Hatta bu adı bir şiirine bile verme, mısra olarak kalsın.' Düşündüm, kardeşime hak verdim. Madem öyle, kitabımın adı 'Hasretinden Prangalar Eskittim' olsun dedim."Leylim Leylim Leylim – leylim dünyamızın yarısıAl yeşil bahar,Yarısı kar olandaGene kavim kardaş, can cana düşman,Gene yedi boğum akrep,Sarı engerek,Alnımızın aklığında puşt işi zulümVe canım yarı gecelerÇift kanat kapılarına karşı darağaçları,Mapusanede çeşmeYandan akar olanda,Gelmiş yoklamış ecelKaburgam hele…Bin yıl, bahar içre ömrünü sürsünSeni doğuran anaAhmed Arif'in en büyük aşkı Leyla Erbil…"Sabah gözlerimi sana açarım, akşam uykularımı senden alırım. Nereye, ne yana dönsem karşımda mutluluğun o harikulade baş dönmesini bulurum. Böyleyken gene de şükretmem halime; hergelelik, açgözlülük eder, seni üzerim. Aklıma gelmez ki seni usandırır, sana gına getiririm. Sana dert, sana ağırlık sana sıkıntı olurum, nemsin be? Sevgili, dost, yâr, arkadaş… Hepsi. En çok da en ilk de Leylâ'sın bana. Bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. Uçan kuşum, akan suyumsun. Seni anlatabilmek seni. Ben cehennem çarklarından kurtuldum. Üşüyorum kapama gözlerini…"Öyle Yıkma Öyle yıkma kendini,Öyle mahzun, öyle garip…Nerede olursan ol,İçerde, dışarda, derste, sırada,Yürü üstüne üstüne,Tükür yüzüne celladın,Fırsatçının, fesatçının, hayının…Dayan kitap ileDayan iş ile, diş ile,Umut ile, sevda ile, düş ileDayan rüsva etme bu aşkın en büyük kanıtı olan mektuplar Leyla Erbil'in ölümünden sonra İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlandı. Eylül 2013UnutamadığımAçardın,YalnızlığımdaMavi ve yeşil,Açardın,Tavşan kanı, kınalı, acıları, kahpelikleri…Gitmek,Gözlerinde gitmek yatmak hani?"To be or not to be" değil."Cogito ergo sum" hiç değil…Asıl iş, anlamak 'kaçınılmaz'ı,Durdurulmaz çığıSonsuz içmek varmak can hani?Canımın gizlisinde bir can idin kiKan değil, sevdamız akardı geceye,Sıktıkça cellad,Kemendi…Duymak,Gözlerinde duymak üç ağaçlarıSusmak,Gözlerinde susmak,Ustura gibi…Gözlerin hani?Ahmed Arif'in Leylâ Erbil'e gönderdiği mektuplardan 1954-1957 oluşan bu kitap, edebiyat tarihçilerimize kuşkusuz önemli bilgiler sunmayı vadediyor. Yazıldıkları dönemin entelektüel ve yayın ortamını, Ahmed Arif'in sürgün günlerini, yaşadığı siyasi baskıyı, içsel dünyasını ve en çok da aşkını tüm çıplaklığıyla ortaya Kimseler duymasın,Duymasın, ölürüm yarı gece,Seni bulmuşam kaburgamın altın dişlerinde elma kokusuBir daha hangi ana doğurur bizi?Ruhum… Mısra çekiyorum haberin en küçük meyhanesi bu,Saçları yüzümde kardeş, altında o ölüm namussuzu…Ve Ahmed'in işi ilk dost elinin hançersizliği…Ağlıyor bütün kahrım, rüya da yılları buldu,Bir mısra boyu maceram…Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,Bilmezler nasıl sevdik,İki yitik hasret,İki parça yüreği çakmaktaşının,Ağıyor gökkuşaklarının serinliğindeÇağlardır boğulmuş bir su…Ağıyor yeşil."1956'dan itibaren Medeniyet, Öncü ve son olarak Halkçı gazetelerinde düzeltmenlik yaptım. Şiirlerim başta Pazar Postası olmak üzere birçok dergi ve gazetede yayınlandı. İlk ve tek şiir kitabım Hasretinden Prangalar Eskittim'i 1968 yılında çıkardım. Tek kitabımdı ama tam 20 senemi verdim o kitaba. Sonraki baskılarla eklenmiş şiirleri sayarsak tam 50 yıl."Onur da Ağlar Gözlerinin pınarındaBir bulut,Boşandı boşanacakNerdeyseAklımdan geçenleriOkuyorsun su gördüBizi boğazladılar…Tutma gözyaşlarınıOnur da ağlar…Bırak yıkansın gökyüzü,Lacivert, yeşil, altınIşıkları şafaktayız geneÇırılçıplakVe sanki dağ yeliVe işte sanki meltem…Kimse toz konduramazKesip attığımız tırnağa en güzel kızısınBütün galaksilerinBense tözüyüm artıkAkkor tözüyümPrometheus'u yakanKara sevdanın…Ne alnımızda bir ayıpNe koltuk altındaSaklı haçımızBiz bu halkı sevdikVe bu bağışlanmazKorkunç suçumuz.."Şiirlerim kısa zamanda devrimciler, bilim adamları, gazeteciler, aydınlar ve üniversite öğrencileri arasında çok sevildi, bunu kitabımın baskı üzerine baskı yapmasından idrak ediyorum. Şüphesiz şiirlerim 1971 ve 1980 darbelerinde tutuklanan gençlere ve aydınlara dayanak oldu."Karanfil SokağıKaranfil Sokak AnkaraTekmil ufuklar kışladıDört yön, on altı rüzgarVe yedi iklim beş kıtaKar ilmindeyiz bütün fasıllarRay, asfalt, şose, makadamBenim sarp yolum, patikamToros, Antitoros ve asi FıratTütün, pamuk, buğday ovaları, çeltiklerVatanım boylu boyuncaKar de var bu havalardaEl ayak buz kesmiş, yürek cehennemÜmit, öfkeli ve mahzunÜmit, sapına kadar namusluDağlara çekilmişKar bilirim çiğ tutmuşResimler, heykeller, destanlarUsta ellerin yapısıKolsuz, yarı çıplak VenüsTrans-nonain sokağıGarcia Lorca'nın mezarı,Ve gözbebekleri Pierre Curie'ninKar katı sabır taşındanKar altındadır varoşlar,Hasretim nazlıdır havayı kurt sevsinAsfalttan yürüsün aralık,Sevmem, netameli başka ama bilememBir kaçıncı bahara kalmıştır vuslatKalbim, bu zulümlü sevda,Kar altındadır.………..Karanfil sokağında bir camlı bahçeCamlı bahçe içre bir çini saksıBir dal süzülür mavideAl al bir yangın şarkısı,Bakmayın saksıda boy verdiğineKökü Altındağ'da, İncesu'dadır."Emekliliğimden sonra Ankara'daki mütevazı evime çekildim. Gösteriş ve gürültüden uzak durmuşumdur hep, çünkü ben doğuluyum. Az gelişmiş değil, sömürülmek için kasıtlı olarak geri bırakılmış bir ülkenin aşiret töreleriyle yetişmiş bir çocuğuyum. 1983'te Anam Arife Önal'ı kaybettim. Okumamıştı ama… Pardon, okumamış yanlış oldu. Okutulmamıştı ama şirin bir kadındı. Bir keresinde komşularıyla toplanmışlar muhabbet ediyorlar. Komşu kadınlar sürekli oğullarıyla övünüyorlarmış 'Benim oğlum İzmir'e gitti doktor oldu, benim oğlum İstanbul'a gitti mühendis oldu, büyük oğlum Bursa'ya gitti mimar oldu.' diye. Anam altta kalır mı? O da 'Benim oğlum da Ankara'ya gitti komünist oldu.' demiş. Garip anam ne bilsin, komünistliği de doktorluk, mühendislik gibi bir meslek zannediyor."Yalnız Değiliz Bir ufka vardık ki artıkYalnız değiliz gece uzun,Gece karanlıkAma bütün korkulardan sevdadır böylesine yaşamak,Tek başınaÖlüme bir soluk kala,Tek başınaZindanda yatarken bile,Asla yalnız kalmamak.……………."Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm." Ahmed Arif Gündem Güncel Haberler
ahmed arif doğum günü şiiri